2 Ekim 2024 Çarşamba

Nasıl öldük, işte böyle

 Seni değil, senin bana vaad ettiğin kişiyi seviyorum demiştim. Şimdi tüm bu olanlardan sonra bana dönüp, hala haksızsın diyebilir misin?

Seni özlüyorum, aklıma gelmediğin gün var mı emin değilim. Seni özlüyorum da, hangi seni özlüyorum? 

Bir adamı özlüyorum mesela. Tatile gitmiştim onunla, çok güzel eğleniyorduk. Şıkır şıkır gezdiğimiz mekanlardan sonra, topuklularımı elime alıp sahile gitmiştim onunla. Çocuk gibi yuvarlanıp durmuştuk kumda. Çok sarhoştum ama tek hatırladığım, deli gibi gülüyor olmamdı. Sanırım ona parende atabildiğimi ispat etmeye çalışıp kendimi rezil etmekle meşguldüm. O da mutluydu, en azından ben öyle umuyorum.

Bir adamı daha özlüyorum. Evden çıkarken günlük güneşlik hava, biz dönerken yere bir karış kar bırakmaya karar vermiş o gece. Eve nasıl döneceğiz diye düşünürken, bir şey olmaz diye atladık arabaya. Stadın orada sağa sola kaya kaya gittiğimiz o yolda dönüp kendime dedim ki, bu adam en az benim kadar deli aslında. Götümüzü etrafa çarpa çarpa eve vardık, ve ilk defa öptün beni. Elimde kardan adamım ve ben, sana aşık olduk o gece. Ben kardan adam da hatırlasın istedim o geceyi, o yüzden onu buzluğa koymaya karar verdim.

Sonra olanlara ne kardan adam, ne de ben dayanabildik sanırım. O minik adamı buzlukta erimiş halde görünce başta çok üzüldüm, ama yok olan yalnız o değilmiş, şimdi anlıyorum. Onunla beraber ben de erimiş, yok olmuşum da haberim olmamış.

En çok özlediğim adamı, sona bıraktım. Evime gelmiş, kanepemde hafif sarhoş benimle Iron Maiden, Mötley Crüe şarkıları söylüyor bağıra çağıra! Bu ne cüret, o bendim. Ben söylerdim bir kaç bira sonunda tek başıma. Air guitarım ve ben, ben yaparım bunu! Yoksa benden bir tane daha varmış da benim mi haberim yokmuş?

Benim dünyadan haberim yokmuş sanırım.

Sonra geldi bu adam, biricik oğlumun babası oldu. Giderdi yatağına, yanına uzanır, öperdi onu. Pumba benden asla yemek koparamazdı ama, ondan hep koparacağı bir şeyler olurdu. Ben kötü polis, o iyi polisti. Bir baktım bir gün yine gelmiş evime, mutfağımda yerde oğlumla uzanıyor. Oğluma bakıyorum, kocaman ağzıyla sırıtıyor, adama bakıyorum ondan eksik kalmayan bir sırıtma var suratında. Sordum kendi kendime, acaba aile böyle bir şey olabilir mi?

İşte olaylar burada kopmaya başladı. Diğer adamla tanıştım sonra.

Bu adam öteki gibi değildi, soğuktu, konuşmuyordu. Hep kendine sakladığı bir şeyler vardı. Ne benim, ne oğlumun sevgisi sanki hiç bir şey ifade etmiyordu onun için. Bir gece, ortada hiç bir şey yokken terk etti beni. Bu adamla olmak demek, kendime saygı duymamak demekmiş. Kendimi rezil ediyormuşum. Susmalıymışım. Öylece gitti o adam.

Paramparça etti beni. Bitmiştim. Yaşadıklarımı kabul edemiyordum. Duymadığım hakaret kalmamıştı ama yine de onunla konuşmak istiyordum. İmkansızdı. Haklıydı, kendime saygım yoktu. Rezil bir haldeydim. Beni hiç umursamayan o adamı hala seviyordum, ama o beni öyle bir aşağılamıştı ki, bir şekilde onu yok etmem gerekiyordu. Sevdiğim adamı öldürmem gerekiyordu, ama ben katil değildim! 

Elime bir bıçak verdi bambaşka bir adam. Kendi de henüz birini öldürmüş ve elinden kanlar akıyordu, elindeki bıçağı benim elime tutuşturdu. Elimde kocaman bir bıçak, gözlerine bakıyorum. Umurunda bile değil ölmek, öylece bakıyordun. İstiyorsan öldür beni, sana iyi hissettirecekse diyorsun. Gözlerinin içine bakarak yavaşça o sivri şeyi kıyafetlerini delip tenine ulaşana kadar itiyorum ve durmuyorum o noktadan sonra. Hafiflediğimi hissettim. Suçluluk hissediyordum, hem de her anından. Ama pişmanlık? Asla. Seni öldürmek, beni rahatlatmanın tek yoluydu. Hayatta kalmanın tek yolu. Ben yaşamayı seçtim, seni feda ederek. Seni öldürdüm, keşke soğukkanlılıkla diyebilseydim ama, her cinayet de canavarca işlenmiyormuş.

Sonra o adam, cesetleri gömmemiz gerektiğini söyledi. Haklıydı, evin ortasında çürümeye başlayan et yığınları çok güzel kokmuyordu açıkçası. Evin ortasında, üst üste yığılmış iki ceset. Tuvalete giderken bile aklına geliyor çünkü üstlerinden atlayarak geçmen lazım. Bok gibi bir durum. İnkar edemiyorsun, çünkü orada, tam önündeler. Belki de 2 metrelik bir çukur, kokuyu kesinlikle gizleyebilirdi. Gömmek çok mantıklı, ve olmamış gibi davranmak. Peki ya bıçak?

Bıçağı da gömmemiz gerekiyormuş, yoksa her şey ortaya çıkarmış. Ben en başından bıçağı o adama  doğrulttuğumda, günün sonunda teslim olmam gerektiğini biliyordum. O ise firari olmaya hazırdı. Teslim olacağımı söyledim, kaçtı. 

Teslim olmaya karar verdim. O akşam ilk defa tek başıma bir şeyler içmeye çıktım. Elimden kanlar süzülüyordu, şaşırdım kimsenin fark etmemesine. Benimle konuşmaya çalışan adamlara baktım, sonra ellerime baktım. Bu kadar hazırlar mıydı bir sonraki kurbanım olmaya? 

Öldürmeyi sevmedim. İstemedim de. Kim ister ki birini öldürmeyi? Elbette bundan keyif alanlar olabilir, sonuçta her şey insana dair. Ben onlardan değildim. Arkamda bir cesetle yaşayabilecek biri de değildim. Gittim ve teslim oldum. Tutuklanırım diye beklerken, serbest bıraktılar.

Kolay mıydı bu kadar? Değilmiş.

Beni saldılar, ben de gittim öldürdüğüm adamı gömdüğüm yere. Hep derler ya, katiller her zaman olay mahalline geri döner diye. Ben bir yıl boyunca bir ölüyle konuştum. Ona ne kadar pişman olduğumu anlattım. Bir ölüyle asla uzlaşamazsın, şimdi anlıyorum. Bir anda attı üstündeki toprağı, beni neden öldürdün dedi, anlattım. Anlıyorum dedi, meğer hiç anlamamış. 

Adam mezardan dirildi bildiğin! Hani yaşıyor dersin, öyle dirildi adam. Yahu ben bıçakladım bu adamı, gördüm kan kaybından nasıl göz kapaklarının hafifçe kapanıp, derin bir uykuya yattığını. Kollarımda öldü, eminim. Kanı hala parmaklarımın arasında süzülüp yere damlıyor. Eminim, öldü! Tam anlamıyla emin olmak için gittim evine, yiyor içiyor işe gidiyor. Nadiren de olsa gülüyor. Adam bildiğin yaşıyor!

Yok ölmedim diyor. Hafif sıyrıklarla atlattım diyor. Ne diyebilirsin ki? Adam ölmedim buradayım diyor. Ancak tamam dersin.

Peki dedim. Madem yaşıyorsun, madem katilini de affettin, artık yeni bir başlangıç yapmanın zamanı geldi. Sen ve ben, katil ve maktül değiliz artık.

Ben ölümü bir bıçak gibi keskin ve hızlı bilirim, lakin öyle ölümler varmış ki, bana bıçak kullandığım için merhametli dersiniz. İnsaflı bir katil olduğumu düşünüyorum, çünkü benim ölümüm çok daha uzun ve sancılı oldu.

Biz ölmediğini iddia eden adamla her gün yiyip içiyor, muhabbet ediyoruz. Ben her şey yolunda sanıyorum ama içimde garip bir his var. Aylarca anlayamadığım garip bir his. Yediğim içtiğim hafifçe midemi bozuyor, aldırış etmiyorum. Sonuçta ne yiyorsak o da yiyor, o hala ayakta. Demek ki bana da bir şey olmaz diye düşünüyorum.

Ben yavaşça çöküyorum, hep midem kötü, hep bir yerlerim ağrıyor. Kafamı kaldıramıyoum çoğu gün belki de. Dirilen adama bakıyorum, dimdik ayakta. Bir de beni suçluyor iyi olmamakla. Yahu iyi değilim tamam ama, sen nasıl iyisin? Katil olduğum için böyleymiş. Katiller böyle hissedermiş. Tamam diyorum, illa ki bir bedeli olacaktı. Varsın biraz halsiz olayım, biraz da midem ağrısın. Hiç sorun değil. Zaten razıydım bunlara teslim olurken.

Ölmeyen adam, her gün ölümü tadarken ben, her nefes alışımda şişip sünen ciğerlerim ve atan kalbimle onun soğuk bedenini kabullenmeye çalışıyorum. Öldü ve dirildi, tabi ki benim gibi atan bir kalbi olmayacak, teni sıcak olmayacak, mimikleri olmayacak. Belki hisleri bile olmayacak. Ben yaşıyorum, o her gün bunu kıskanıyor içten içe. Atan kalbimi, ellerimden çoktan sildiğim kanını. Kızgın bana, öldü çünkü. Ben ise yaşıyorum. Yaşıyorum ama, her nefes alışım bir öncekinden daha da ağır, daha silik. Nabzım zayıflıyor günden güne. Neden anlamıyorum. Belki de bir ölüyle yaşamak, biraz da ölmek demek?

Bir gün eve geliyorum, artık nefes alamıyorum. Ağrılarım dayanılmayacak hale gelmiş. Yardım istemeye, ölmeyen adama gidiyorum. Dayanacak gücüm kalmamış, mecalim yok. Kapıyı aralıyorum. Ölmeyen adam karşımda yine her zamanki gibi dimdik duruyor. Senin hiç bir şeyin yok, gayet iyisin diyor. Eminim iyi hisseden biri, benim gibi hissetmezdi. Kapıdan sıvışan biri var, çift de olsa görebiliyorum. Sanırım bir kişi. Sigara dumanı gibi yok oluyor kapının ardından. Artık görüşüm iyice bulanıklaşmış, ne gördüğümü bile bilmiyorum. Ağzımda bir kalabalık var, tükürüyorum. Üzerinde hafif pembelikler olan köpüklü beyaz bir sıvı. Dizlerim yere vuruyor, midemdeki ağrı artık ayakta durmama izin vermiyor. Gözlerine bakıyorum ne oluyor diye. O kadar eminim ki beni hala kurtaracağından. Ölü bir adam nasıl bakarsa, öyle bakıyorsun gözlerimin içine. O an düşünüyorum, benimle kumlarda yuvarlanan adam, bu adam olamaz, imkansız.

Gözlerinde hala bir merhamet var ama o kadar uzaklarda kalmış ki, sen bile emin değilsin hala orada olduğundan. Meğer aylarca, yavaşça zehirlemişsin beni. Yavaşça ölmemi izlemek istemişsin. Seni nasıl öldürdüysem, uzun uzun görmek istemişsin bunu yaşamamı.

O yüzden bıçak, çok daha merhametliydi. 

Sen de beni öldürdün, ben ne öldüğümü fark edebildim, ne de senin elinden gelebileceğini. İkimiz de artık, soğuk elleriyle hala el ele tutuşan iki zavallı ölü olduk. Cesetlerimizi kaldırsınlar diye bekliyoruz birilerinin salonunun tam ortasında, el ele, bambaşka yerlerde. 

Artık kim kimi öldürdü, kim daha merhametliydi, kimin daha haklı sebepleri vardı, sanırım asla bilemeyeceğiz. Tek bildiğim, ölmüş olmamız.

Öteki tarafta görüşeceğimize eminim. Umarım araftan hızlıca çıkar ve beni bulursun. Çünkü hesabımız daha kapanmadı.

Nazlı





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder