27 Ocak 2021 Çarşamba

28

 Bir önceki yazımda, buraya hep mutsuzluğum peşinden geliyorum demişim. Ne kadar da doğru. 28 yaşımda tekrar buradayım. Ne de olsa mutsuzluk hiç gitmez, sadece bir kenarda soluklanırmış.

 Aslında pek çok şey değişti. Hayallerimdeki işi yapıyorum, bir yandan yurtdışına yerleşme hazırlıklarındayım. Evlendim, Acıbadem'de bir evde yaşıyorum eşimle. Hayatta hiç bir sıkıntım kalmadı. Mesleki olarak kendimi gerçekleştirmeye başladım ve sevdiklerime bakabilecek kadar para kazanıyorum artık. Peki neden mutsuzluğum eteklerimden beni buraya sürükledi yine?

 Artık çok ayırdına varamıyorum bu mutsuzluğun sebebi ben miyim ya da hayatımdaki herkes mi? Bu çukura kendim mi yürüyorum yoksa sevdiğim herkes beni iteliyor mu çöplüğün en dibine? 24 yaşımda her şeyin farkına varan ben, 28 yaşımda elimde bir çuval soru ve avuçlarımın içinde başım, kalakaldım. Öncesinde hissettiğim yalnızlık ve çaresizlik artık güçlendikçe yerini tarifsiz bir hisse bıraktı. Kendime yetemiyorum sanki. Her şeyi fethettim, ama kendime o kadar yalan söylemişim ki, yüzleşmek hiç bu kadar ağır olmamıştı. Kendime kurduğum o güzel dünya onu sırf ben kurduğum için bana ihanet ediyor. Son bir kaç senedir her şeyi dışardan izlemeye başladım. Başta eğlenceliydi. Hep o güzel gençlik anları içerisinde beni mutlu olmaya iten mayhoş bir farkındalıkla mutluluğun peşinden bir sarhoş gibi yürüdüm. Yalpaladıkça ayıldım, uyandım. Dışardan kendimi izlerken şahit olduklarım, bir insanın görüp görebileceği en korkunç şeymiş. 

 Konuştukça hep anlaşıldım, anlattıkça hep dinlendim. Bugün mecalim kalmadı anlatmaya ve konuşmaya, o gün de kimse anlamadı. 

 O kadar karanlıkta bir yerdeyim, o kadar yalnız kalamıyorum ki kendimle, bu yazdıklarım bile okunur diye kelimeleri, cümleleri seçiyorum. Kafamın içinde bile ben kendimle baş başa kalamıyorum sanki. En sevdiğime çok dürüstüm de, sanki kendime dürüst olamıyorum bir tek. Hep o dürüstlük, doktorların bile bana takıntıya dönüşmüş dediği o dürüstlük, bir tek kendime işlemiyormuş. 

 Peki ya kimse okumasa, ne söylerdin? Bok çukuruna girelim mi şimdi, dürüstçe?

 Ben sanırım ilk defa sevginin yetemeyeceği bir şey yaşıyorum. Yok yok yaşadın, bundan önce de hep öyleydi. Sen sadece kendini onca zaman sonra ilk defa tekrar bırakıyorsun ve bu sefer 17 yaşında değilsin, 28 yaşında yükü daha ağır geliyor, sadece bu. Yetişkinken aşık olmak daha külfetliymiş. E ne yapacaktın? 24 yaşında yalnızlığı övecek kadar cesurdun, şimdi ne oldu? Hani yaş almıyordun sadece büyüyordun? Bazen seni alıp karşıma tokatlayasım geliyor, daha hiç bir şey görmedin diye. 

 Gördün de aslında. Pek çok insanın yaşayamayıp hayatı boyunca problem haline getirdiği bir çok şeye o, kavurmalı kaşarlı pide kadar doydun aslında. Seni karşına çıkan her adam, her kadın sevdi. Sevildin, daha çok sevildin, çok daha fazla sevildin. Bir kendini sevemedin. Kafanda kurduğun o garip ütopya gerçekleşemiyor diye mutsuzsun. Aslında bu kadar basit.

 Peki benim istediğim kadar olamayacaksa eğer, herkese yetecek kadar olmasının ne yararı var? heh işte sen tam oradasın. Yalnızlık burada başlıyor. Sen 24 yaşında yalnızlığı çok hafife almışsın. Gerçek yalnızlık bu, güvenememek. Şimdi görüyorum da sen, doğduğundan beri zaten yalnızmışsın. En yakınınla bile konuşmamayı seçiyorsun ya, çünkü ne diyeceğini o kadar iyi tahmin edebiliyorsun ki, kafanın içinde saatlerce onunla tartışıyorsun da, günaydın hayatım diyorsun sonunda. İşte yalnızlık bu.

 Tüm kalbiyle çabalayan ama ilerleyemeyen bir adamı sevmek, senin de lanetin bu. Ya yalınızsın ya da bu, ötesi yok. Alışacaksın ya da daha zoruna alışacaksın. Tercih senin. 

 Artık 30'larında Berlin'den yalnız kıçınla birlikte tekrar yazarsın belki buraya.